14 Nisan 2015 Salı

TÜRKİYE’DE KADIN VE SENDİKALAR


TÜRKİYE’DE KADIN VE SENDİKALAR


Sendikalar dünya’da olduğu gibi, Türkiye’de de gittikçe zayıflıyor, hem ideolojik olarak hem de örgütlenme, sınıfı temsil etme gücü açısından bir gerileme söz konusu. Kapitalizmin dönüşümü, Neo-liberal politikaların saldırısı, sosyalizm mücadelesinin, feminist politikaların zayıflaması gibi kimi genel olguların yanı sıra, bu gerilemede sendikaların da hataları var deniyor. Emek piyasasındaki değişimi kavrayıp, değişen emekçi profilini örgütleyecek politikalar geliştiremedikleri için eleştiriliyorlar.

Peki, emekçi profili nasıl değişiyor?

I. GÖRÜNMEYEN EMEK

Hizmetler sektöründe çalışanların sayısı daha çok artıyor. Bu sektörde çalışan kadın emekçilerin sayısındaki artış ise yığınsal ölçülerdedir. Kadın emekçilerin bir kısmı kamuda, şimdilik güvenceli ve iyi çalışma koşullarında; geri kalanı ise sosyal/kişisel hizmetlerde, yani yaşlı, çocuk, ev bakımı gibi “görünmeyen emek” olarak adlandırılan “kadın işleri”nde; sigortasız, güvencesiz ve kötü iş koşullarında, “pembe yakalı getto” dediğimiz kategoride çalışıyorlar. Mavi-yakalı imalat sanayinde çalışan kadınların sayısında pek artış yok. Böylelikle, sendikaların geleneksel üye tabanı eriyor, kadın emeğinin çoğunlukta olduğu hizmetler sektörü,  memurlar dışında örgütsüz.

Kadınlar zaten emek piyasasında pek yok Türkiye’de. Kentlerde her 5 kadından biri ya çalışıyor ya da çalışabilir durumdayken işsiz, çalışan kadınların yarıya yakını  kocasının, babasının küçük aile lokantasında, tarlasında, işyerinde  çalışıp duruyor, ama ücret almıyor. Kırsal kesimde her 3 kadından biri ya çalışıyor ya işsiz; ama ücret almadan yani tarlada, bağda çalışıyor. Çünkü kadın emeği görünmeyen emek, kocasının, babasının, yani bir erkeğin kontrolündedir. Yaygın anlayış,  “zaten evde yaptığı ev işi, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi  işlerin aynısını yaptığı için bir de ücret mi alacak? Bu işler iş değil zaten, kadının doğal, biyolojik görevi, erkeğin görevi de eve para getirmek” anlayışıdır. Kadın ücretli olarak çalıştığında da bu geçici bir şey, aileye ilave bir gelir olarak kabul ediliyor. Kadının toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüne göre görevi temel olarak eş ve anne olmak olarak doğallaştırılmıştır.

%41 oranında ücretli çalışan kadın emekçilerin büyük kısmı aynı iş için erkeklerden  daha az ücret alıyorlar.  Temizlik, bulaşık, yaşlı ve çocuk bakımı gibi yıldırıcı işlerde güvencesiz çalışıyor, cinsel tacize uğruyorlar, ama bu konu tabu olduğu için su yüzüne çıkmıyor. Lise-üniversite mezunu, meslek sahibi, iyi işlerde çalışan kadınlar da var kuşkusuz; ancak eğitimli kadınlar da “cam tavan” adı verilen görünmez engellere tosluyorlar, ara kademe ve üst düzey yönetici olamıyorlar; çünkü “yönetici erkek olur” kabulü var. Hamilelik ve doğum izni kullandıkları için ya işten atılıyorlar, terfi edemiyorlar ya da yurt dışı eğitime gönderilmiyorlar. Ama daha da çarpıcı olan, son 4 yıldaki değişimdir: Erkeklerin yaklaşık 2 katı sayıda kadın iş piyasasından çekilmiştir: çalışmıyor; iş de aramıyor; “sadece evinin kadını” oluyor!.

II. NEDEN KADINLAR DAHA AZ ÖRGÜTLÜ?

Çalışan 6 milyona yakın kadının yarıya yakını kırsal kesimde, ücretsiz aile işçisidir.  %40’ı hizmetler sektöründe çalışıyor. %15’i de imalat sanayinde iş bulmuştur. Toplam sendikalı işçilerin sadece %10’u kadın.  Kamu emekçilerinde ise %30 oranında  örgütlü kadın var. Neden kadınlar daha az örgütlü? Çünkü kadın emeği erkek emeğinden farklı. Sendikalar bu farklılığı yansıtacak politikalar yürütmüyor. Sendikalar dünyanın her yerinde erkek egemen örgütler. Yönetici, yönetim kurulu üyeleri, işyeri temsilcileri ağırlıklı olarak erkek. Bir avuç sendikalı kadın, yönetici konumuna gelemiyor; çünkü sendikalar erkek egemen ideolojiyi, anlayışı sorgulamıyorlar. Kadın emekçilerin esas görevinin ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı olduğu yargısını hevesle yeniden üretiyorlar.

Sendikalar kadın emeğinin sadece işyerlerinde değil, evde, özel alanda emeğin yeniden üretimini gerçekleştirdiğini görmezden geliyorlar. Kadın emeğinin, erkek emeğinden farklı olarak evde bir sürü sorumluluğu olduğunu, bu sorumlulukların çalışma hayatını ve sendikal aktivitelere katılımını engellediğini görmezden geliyorlar. Ekonomik kriz dönemlerinde ilk önce işten çıkartılanların kadınlar olduğu unutuluyor, çünkü eve ekmek getiren esas olarak erkektir diye kabul edilmiş ve bu kabul hiç sorgulanmıyor. Sendikalarda ve işyerlerinde, kullanılan dil, yapılan şakalar, görev dağılımına, toplantılara , eylemlere kadar uzanan günlük pratik, eşitsiz ve hiyerarşik bir alt üst ilişkisidir. Erkek  egemenliği her koşulda kadını eziyor, ikincilleştiriyor, emeğini değersizleştiriyor.

Kadınlar o yüzden sendikalı olmuyor, kendi dillerini, kendilerini ait hissedecekleri bir yapı bulamıyorlar, zorluklara göğüs gerip sendikal aktivitelere katılanlarının çalışma koşulları, cinsel tacizi görünür kılma, adil iş dağılımı, eşit ücret, mesleki eğitim, vb. talepleri toplu sözleşmelerde yer bulmuyor. Bu talepleri etkin bir şekilde savunabilecekleri yönetim pozisyonlarına yükselemiyorlar, bu yüzden de lafları dinlenmiyor.

III.           YOKSULLUK DA KADINLAŞIYOR.
Cinsiyete dayalı işbölümü, kadın işi/erkek işi anlayışı sürdükçe kadınların çalışma hayatındaki ikincil konumu da sürüyor, böylece sermaye de, devlet de kreş, bakımevi vb. gibi toplumsal görev alanlarını değersizleştirerek ucuz/bedava kadın emeğine yıkıyor. Kadın emeği bu yüzden, niteliksiz, monoton, düşük ücretli işlerde yoğunlaşıyor. Kuşkusuz eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve sosyal hizmetlere ayrılan kamusal kaynakların azalması, yoksulluğun artması kadının emeğinin daha yoğun sömürüsüne yol açıyor, yoksulluk da kadınlaşıyor. Bu anlamda kadın emekçilerin konumu o büyük resmin, sermaye karşısında emekçilerin sosyal haklar, esneklik, iş güvencesi, sosyal güvenlik vb. alanlardaki mücadelesine ve kazanımlarına bağlı olarak da dönüşebilir. Hatta sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, kimya, petrol, makine, elektronik gibi  daha erkek işi olan iş alanları, zamanla kadın işçilere açılabilir, kadın istihdamı daha geleneksel erkek işlerde pekala artabilir, kuşkusuz  bu yeni kadın işleri taşeronluk, esnek çalışma, düşük ücret ve kayıt dışıyla yan yana gidecektir. Ancak  sınıfsal ve cinsiyetçi bakış açısını reddeden bir  sendikal hareket olmadığı sürece, sosyal haklardaki genel kazanımlar kadın emekçilerin ikincil konumlarında bir iyileştirme yaratamayacaktır.

Kadın emeği  hem üretim alanlarını, hem de yaşam alanlarını yani (erkek)emeği yeniden üreten ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı faaliyetlerinin sürdürüldüğü özel alanları birlikte örgütleyen kategori olduğu için dönüşümü sağlayacak  olan güçtür.

IV.           KADINLARIN DAHA ÇOK ÖRGÜTLENMESİ VE SENDİKA YÖNETİMLERİNDE YER ALABİLMESİ İÇİN SENDİKALARIN İZLEMESİ GEREKEN POLİTİKALAR ŞU ŞEKİLDE ÖZETLENEBİLİR:

 1)Sendikalar “kadının yeri evidir”, “sendika erkek işidir”, “ev işi, bakım kadının doğal görevidir” gibi cinsiyetçi işbölümüne dayalı yargıları sorgulamalı ve dönüştürecek politikalar izlemelidir. Bunun için erkek işçinin hayat gailesini ve aile reisi olarak sorumluluklarını merkez alan örgütlenme modelinden vazgeçilmelidir.

2) Sendikal faaliyetler erkek deneyimi ve iş merkezli olmaktan çıkartılmalıdır; kadınları eviçi sorumluluklarını görünür hale getirecek düzenlemeler planlanmalıdır.

3)Kadınların sadece sendikal faaliyetlere eviçi sorumluluklar nedeniyle vakit ayıramama değil, aynı zamanda ailenin erkeklerini bu konuda ikna etme sorunu da vardır. Bu yüzden, sendikaların genç erkek işçileri politize ederek, sendika kadrosuna alma çabalarının yön değiştirmesi gerekmektedir.

4)Sendikalar STKlar gibi davranmaktan vazgeçerek, sınıf örgütü perspektiflerini güçlendirmeli ve sosyal hizmetleri yeniden devletten talep etmeyi sürdürmelidir.

5)Sendikalar erkek egemen yapılarını kırmak için bir dizi olumlu ayrımcılık ya da fırsat eşitliği politikaları geliştirmelidir: kadınların eşit temsiliyetini sağlamak üzere işe giriş, atama, tayin, ücret ve ek ödeme, yükseltilme, emeklilik, sosyal haklar, ücretli ana-baba doğum izni, mesleki eğitim, cinsel tacizin engellenmesi gibi taleplerini toplu sözleşmelere dahil etmelidir.

6)Kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik olarak üye profillerini kadın/erkek ayrımında güncelleştirmeli, bütçeli, kalıcı nitelikte komite/bürolar kurmalı, tüm kurullarda, temsil ve danışma mekanizmalarında kota uygulamalıdır.

7)Kadın-erkek eşitliği ve sınıfsal/cinsiyetçi bakış açısı, sendikal eğitim programlarının temel unsuru haline getirilmeli ve bu konuda düzenlenecek kampanyalarla ulusal/uluslararası sendikal hareket ve feminist hareketle dayanışmaya gidilmelidir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder