TÜRKİYE’DE KADIN VE SENDİKALAR
Sendikalar
dünya’da olduğu gibi, Türkiye’de de gittikçe zayıflıyor, hem ideolojik olarak
hem de örgütlenme, sınıfı temsil etme gücü açısından bir gerileme söz konusu.
Kapitalizmin dönüşümü, Neo-liberal politikaların saldırısı, sosyalizm
mücadelesinin, feminist politikaların zayıflaması gibi kimi genel olguların
yanı sıra, bu gerilemede sendikaların da hataları var deniyor. Emek
piyasasındaki değişimi kavrayıp, değişen emekçi profilini örgütleyecek
politikalar geliştiremedikleri için eleştiriliyorlar.
Peki,
emekçi profili nasıl değişiyor?
I. GÖRÜNMEYEN EMEK
Hizmetler
sektöründe çalışanların sayısı daha çok artıyor. Bu sektörde çalışan kadın
emekçilerin sayısındaki artış ise yığınsal ölçülerdedir. Kadın emekçilerin bir
kısmı kamuda, şimdilik güvenceli ve iyi çalışma koşullarında; geri kalanı ise
sosyal/kişisel hizmetlerde, yani yaşlı, çocuk, ev bakımı gibi “görünmeyen emek” olarak adlandırılan “kadın işleri”nde; sigortasız,
güvencesiz ve kötü iş koşullarında, “pembe
yakalı getto” dediğimiz kategoride çalışıyorlar. Mavi-yakalı imalat
sanayinde çalışan kadınların sayısında pek artış yok. Böylelikle, sendikaların
geleneksel üye tabanı eriyor, kadın emeğinin çoğunlukta olduğu hizmetler
sektörü, memurlar dışında örgütsüz.
Kadınlar
zaten emek piyasasında pek yok Türkiye’de. Kentlerde her 5 kadından biri ya çalışıyor ya da çalışabilir
durumdayken işsiz, çalışan kadınların yarıya yakını kocasının, babasının küçük aile lokantasında,
tarlasında, işyerinde çalışıp duruyor,
ama ücret almıyor. Kırsal kesimde her 3
kadından biri ya çalışıyor ya işsiz; ama ücret almadan yani tarlada, bağda
çalışıyor. Çünkü kadın emeği görünmeyen emek, kocasının, babasının, yani bir
erkeğin kontrolündedir. Yaygın anlayış, “zaten
evde yaptığı ev işi, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi işlerin aynısını yaptığı için bir de ücret mi
alacak? Bu işler iş değil zaten, kadının doğal, biyolojik görevi, erkeğin
görevi de eve para getirmek” anlayışıdır. Kadın ücretli olarak çalıştığında da
bu geçici bir şey, aileye ilave bir gelir olarak kabul ediliyor. Kadının
toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüne göre görevi temel olarak eş ve anne olmak
olarak doğallaştırılmıştır.
%41
oranında ücretli çalışan kadın emekçilerin büyük kısmı aynı iş için
erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Temizlik, bulaşık, yaşlı ve çocuk bakımı gibi
yıldırıcı işlerde güvencesiz çalışıyor, cinsel tacize uğruyorlar, ama bu konu
tabu olduğu için su yüzüne çıkmıyor. Lise-üniversite mezunu, meslek sahibi, iyi
işlerde çalışan kadınlar da var kuşkusuz; ancak eğitimli kadınlar da “cam tavan”
adı verilen görünmez engellere tosluyorlar, ara kademe ve üst düzey yönetici
olamıyorlar; çünkü “yönetici erkek olur” kabulü var. Hamilelik ve doğum izni
kullandıkları için ya işten atılıyorlar, terfi edemiyorlar ya da yurt dışı
eğitime gönderilmiyorlar. Ama daha da çarpıcı olan, son 4 yıldaki değişimdir: Erkeklerin yaklaşık 2 katı sayıda kadın iş
piyasasından çekilmiştir: çalışmıyor; iş de aramıyor; “sadece evinin kadını” oluyor!.
II. NEDEN KADINLAR DAHA AZ ÖRGÜTLÜ?
Çalışan
6 milyona yakın kadının yarıya yakını kırsal kesimde, ücretsiz aile
işçisidir. %40’ı hizmetler sektöründe
çalışıyor. %15’i de imalat sanayinde iş bulmuştur. Toplam sendikalı işçilerin
sadece %10’u kadın. Kamu emekçilerinde
ise %30 oranında örgütlü kadın var.
Neden kadınlar daha az örgütlü? Çünkü kadın emeği erkek emeğinden farklı.
Sendikalar bu farklılığı yansıtacak politikalar yürütmüyor. Sendikalar dünyanın
her yerinde erkek egemen örgütler. Yönetici, yönetim kurulu üyeleri, işyeri
temsilcileri ağırlıklı olarak erkek. Bir avuç sendikalı kadın, yönetici
konumuna gelemiyor; çünkü sendikalar erkek egemen ideolojiyi, anlayışı
sorgulamıyorlar. Kadın emekçilerin esas görevinin ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı
olduğu yargısını hevesle yeniden üretiyorlar.
Sendikalar
kadın emeğinin sadece işyerlerinde değil, evde, özel alanda emeğin yeniden
üretimini gerçekleştirdiğini görmezden geliyorlar. Kadın emeğinin, erkek
emeğinden farklı olarak evde bir sürü sorumluluğu olduğunu, bu sorumlulukların
çalışma hayatını ve sendikal aktivitelere katılımını engellediğini görmezden
geliyorlar. Ekonomik kriz dönemlerinde ilk önce işten çıkartılanların kadınlar
olduğu unutuluyor, çünkü eve ekmek getiren esas olarak erkektir diye kabul
edilmiş ve bu kabul hiç sorgulanmıyor. Sendikalarda ve işyerlerinde, kullanılan
dil, yapılan şakalar, görev dağılımına, toplantılara , eylemlere kadar uzanan
günlük pratik, eşitsiz ve hiyerarşik bir alt üst ilişkisidir. Erkek egemenliği her koşulda kadını eziyor,
ikincilleştiriyor, emeğini değersizleştiriyor.
Kadınlar
o yüzden sendikalı olmuyor, kendi dillerini, kendilerini ait hissedecekleri bir
yapı bulamıyorlar, zorluklara göğüs gerip sendikal aktivitelere katılanlarının
çalışma koşulları, cinsel tacizi görünür kılma, adil iş dağılımı, eşit ücret,
mesleki eğitim, vb. talepleri toplu sözleşmelerde yer bulmuyor. Bu talepleri
etkin bir şekilde savunabilecekleri yönetim pozisyonlarına yükselemiyorlar, bu
yüzden de lafları dinlenmiyor.
III.
YOKSULLUK DA KADINLAŞIYOR.
Cinsiyete
dayalı işbölümü, kadın işi/erkek işi anlayışı sürdükçe kadınların çalışma
hayatındaki ikincil konumu da sürüyor, böylece sermaye de, devlet de kreş,
bakımevi vb. gibi toplumsal görev alanlarını değersizleştirerek ucuz/bedava
kadın emeğine yıkıyor. Kadın emeği bu yüzden, niteliksiz, monoton, düşük
ücretli işlerde yoğunlaşıyor. Kuşkusuz eğitim ve sağlık hizmetlerinin
özelleştirilmesi ve sosyal hizmetlere ayrılan kamusal kaynakların azalması,
yoksulluğun artması kadının emeğinin daha yoğun sömürüsüne yol açıyor,
yoksulluk da kadınlaşıyor. Bu anlamda kadın emekçilerin konumu o büyük resmin,
sermaye karşısında emekçilerin sosyal haklar, esneklik, iş güvencesi, sosyal
güvenlik vb. alanlardaki mücadelesine ve kazanımlarına bağlı olarak da
dönüşebilir. Hatta sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, kimya, petrol, makine,
elektronik gibi daha erkek işi olan iş alanları,
zamanla kadın işçilere açılabilir, kadın istihdamı daha geleneksel erkek
işlerde pekala artabilir, kuşkusuz bu
yeni kadın işleri taşeronluk, esnek çalışma, düşük ücret ve kayıt dışıyla yan
yana gidecektir. Ancak sınıfsal ve
cinsiyetçi bakış açısını reddeden bir sendikal hareket olmadığı sürece, sosyal
haklardaki genel kazanımlar kadın emekçilerin ikincil konumlarında bir
iyileştirme yaratamayacaktır.
Kadın
emeği hem üretim alanlarını, hem de
yaşam alanlarını yani (erkek)emeği yeniden üreten ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı
faaliyetlerinin sürdürüldüğü özel alanları birlikte örgütleyen kategori olduğu
için dönüşümü sağlayacak olan güçtür.
IV.
KADINLARIN DAHA ÇOK ÖRGÜTLENMESİ VE SENDİKA
YÖNETİMLERİNDE YER ALABİLMESİ İÇİN SENDİKALARIN İZLEMESİ GEREKEN POLİTİKALAR ŞU
ŞEKİLDE ÖZETLENEBİLİR:
1)Sendikalar “kadının yeri evidir”, “sendika
erkek işidir”, “ev işi, bakım kadının doğal görevidir” gibi cinsiyetçi
işbölümüne dayalı yargıları sorgulamalı ve dönüştürecek politikalar
izlemelidir. Bunun için erkek işçinin hayat gailesini ve aile reisi olarak
sorumluluklarını merkez alan örgütlenme modelinden vazgeçilmelidir.
2)
Sendikal faaliyetler erkek deneyimi ve iş merkezli olmaktan çıkartılmalıdır;
kadınları eviçi sorumluluklarını görünür hale getirecek düzenlemeler
planlanmalıdır.
3)Kadınların
sadece sendikal faaliyetlere eviçi sorumluluklar nedeniyle vakit ayıramama
değil, aynı zamanda ailenin erkeklerini bu konuda ikna etme sorunu da vardır.
Bu yüzden, sendikaların genç erkek işçileri politize ederek, sendika kadrosuna
alma çabalarının yön değiştirmesi gerekmektedir.
4)Sendikalar
STKlar gibi davranmaktan vazgeçerek, sınıf örgütü perspektiflerini
güçlendirmeli ve sosyal hizmetleri yeniden devletten talep etmeyi
sürdürmelidir.
5)Sendikalar
erkek egemen yapılarını kırmak için bir dizi olumlu ayrımcılık ya da fırsat
eşitliği politikaları geliştirmelidir: kadınların eşit temsiliyetini sağlamak
üzere işe giriş, atama, tayin, ücret ve ek ödeme, yükseltilme, emeklilik,
sosyal haklar, ücretli ana-baba doğum izni, mesleki eğitim, cinsel tacizin
engellenmesi gibi taleplerini toplu sözleşmelere dahil etmelidir.
6)Kadın-erkek
eşitliğini sağlamaya yönelik olarak üye profillerini kadın/erkek ayrımında
güncelleştirmeli, bütçeli, kalıcı nitelikte komite/bürolar kurmalı, tüm kurullarda,
temsil ve danışma mekanizmalarında kota uygulamalıdır.
7)Kadın-erkek
eşitliği ve sınıfsal/cinsiyetçi bakış açısı, sendikal eğitim programlarının
temel unsuru haline getirilmeli ve bu konuda düzenlenecek kampanyalarla
ulusal/uluslararası sendikal hareket ve feminist hareketle dayanışmaya
gidilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder